Yaz aylarında sık sık karşılaştığımız orman yangınları hepimizin yüreğini sızlatan bir yara gibidir. Yanan orman yok olan gelecek fikri ile örtüştürülürken, alevlerin yuttuğu zümrüt ormanların yerini alan kömür karası boşluk, adeta bu düşüncenin tasdikleyici bir tezahürü gibidir. Yok oluş kendini sergilemiş, bizi çaresizlik ve hatta dehşet duyguları ile baş başa bırakmıştır. Orman yangınları söz konusu olduğunda neredeyse hemen herkesin hissiyatı bu yönde paralellik arz eder.
Lafı daha fazla uzatmadan hemen belirteyim ki, orman yangınları aslında bir rahmettir. Bizim açımızdan bakıldığında yangınlarla ilgili en olumsuz boyut zaman meselesidir. Yanan bir ormanın tekrardan yenilendiğinin gözlenmesi bir ömür içine sığdırılamayabilir. Ancak, tarihi süreçte orman kendini yeniler. Bir ikinci olumsuz yan ise, yanan alanların imara açılması yani, ormanlık alanların daraltılması meselesidir ki, bunun da önüne geçmek son derece basittir. Bu yönde seçim yapmak ve karar almak yeterli olacaktır. Asıl mesele seçim yapmaktır ki, bunun için bilinçli yurttaş olmak kâfidir.
Ormanlar sabote edilmese dahi, belli aralıklarla kendi kendilerini yakarlar. Bu doğanın kendini yenileme mekanizmasıdır ve bu dönüşüm ormanı daha sağlıklı kılar. 90’lı yıllardan önce Türkiye’de de ormancıların ormanın yenilenebilmesi için kontrollü yangın metodu uyguladıklarını biliyoruz. Ben şahsen Toroslar’da yaptığım doğa gezileri esnasında böyle uygulamalara şahit oldum. Yangından sonra oluşan organik unsur, yeni gelişecek olan filizlere besin kaynağı olurken, ormana yeni türlerin de gelmesine desteklik ederek, yenilenme döngüsünün baş aktörü olur.
Yıllar önce Amerika’da yaptığım bir doğa gezisinde bunun en çarpıcı örneğini gözlemleme fırsatı buldum. Söz konusu bölge Yellowstone, ağaç gövdelerinde yapılan incelemelerden anlaşıldığı üzere her 200 ile 400 sene arasındaki süreçlerde şiddetli yangınlar yaşamıştı. Son olarak 1988 yılında çok şiddetli bir yangına maruz kalmış, günlerce yanan bölge hektarlaca ormanlık alanı yok etmişti. Yangından sonra bölge bilinçli olarak olduğu gibi bırakılmıştı. Elde edilen sonuçlar çok çarpıcı idi. Bölgede kayden 160 yıldır bulunmayan 12 civarında yeni tür doğal olarak gelmişti. Yani biyolojik çeşitlilik artmıştı. İşte bu bir rahmettir. Yellowstone yangını yaptığı tahribat kadar pek çok şey de öğretmişti. Yangından sonra ölü ağaç gövdeleri düştüğü yerde bırakılmış, bu sayede arkadan geleceklere zengin bir besin kaynağı oluşturmuştu. Bölgenin yangın dolayısı ile yüksek ağaç gövdelerinden azade olması da yeni yeşeren filizlere güneş ışığından daha fazla yararlanma imkânı vermiştir. Bu gezi esnasında rastlamış olduğum bilgi tabelasında da aynen şunlar kaydedilmişti:
Kömüre dönüşmüş ağaç gövdeleri vahşi yangının izlediği patikayı belirliyor. Bu bir ormanın ölümü gibi gözükebilir ancak yangından birkaç gün sonra yosunumsu bir tabakanın yanmamış bitkileri kapladığı ve yeni filizlerin yanık siyah çalıların arasından sürdüğü görülmüştür.
İnsanlar ne zaman Yellowstone’u ziyaret etseler yangınlar tarafından yaratılmış bir çevre içinde gezinirler. Bu bölgedeki ormanlar ve yeşil örtü yüzyıllar boyunca geniş kapsamlı ve vahşi yangınlara maruz kalmıştır. Ağaç gövdelerindeki yaş halkaları en son 1988’de yaşanan yangınlar gibi, buranın her 200 ile 400 yıl arasında yangınla kömür olduğunu ispatlar.
İnsan erişiminden uzak olmak kaydıyla, yangınlar uzun vadede ormanlar için sağlıklı bir olgudur. Yangından birkaç yıl sonra yöreyi ziyaret ederseniz, bölgenin sık otlar, çeşitli çiçekler ve çalılarla kaplanmış olduğunu görürsünüz. Güneş ışığına daha fazla maruz kalan alanda çam filizlerinin ölü ağaç gövdeleri arasından yeni ormanı oluşturmak için yükseldiğini göreceksiniz.”
(
www.hayrettinkaraca.com)